“Küçük Prens” Fransız yazar ve pilot Antoine de Saint-Exupéry tarafından 1943 yılında New York’ta bir otel odasında kaleme alınmıştır. Hikâye ana kahramanımız olan pilotun uçağının Sahra Çölü’ne düşmesiyle başlar. Pilot başka bir gezegenden dünyaya gelmiş olan küçük prens ile tanışır. Pilot ve küçük prens arasında geçen diyaloglar, olaylar ve paylaşımlar bize bir çocuğun gözünden yetişkinlerin dünyasını anlatır.Kitap 250’den fazla dile çevrilmiştir, sayısız tez çalışmasına, denemeye ve öyküye konu olmuştur. Eser ilk bakışta çocuklar için yazılmış gibi gelse de, aslında herkes içindir. 90 sayfalık bu kitabın içinde barındırdığı anlam çeşitliliği ve zenginliği inanılmazdır. Burada üzerinde duracağımız nokta Küçük Prens ve arkadaşlık ilişkileri üzerine bir yerdir.
Aslında arkadaşlık ilişkileri üzerine yazılmış sayısız kitap varken, Küçük Prense odaklanmamızın sebebi kitabın derin ve naif nitelikte göndermelerden oluşması. Hatta belki ince olması itibariyle kolay okunabilirlik hissi yaratması, cep boyutları itibariyle taşınırlığı, resimleri itibariyle ilham vericiliği, dili itibariyle didaktiklikten uzak oluşu… Bir çölde başlayıp yolda biten hikaye; bize yalnızlıkla ilişki arasındaki, benle biz arasındaki, vermekle almak arasındaki yol ayrımlarını düşündürür.
Arkadaşlık ilişkileri, hayatımıza anlam katmakla kalmayıp, bizi derinden, içimize işleyen bir yerden etkiler. Küçük Prens kendi içinde pek çok ilişki ve yolculuk barındırır. Her ilişkiyi zaten bir yolculuk olarak varsayarsak bu noktada, yolun sonsuzluğunda var olmaya devam eder her arkadaşlık. Bitse de bitmez, tükense de tükenemez. Çünkü kendimizi ve ilişkilerimizi anlamlandırmak, farkında olsak da olmasak da hayatımızın merkezindedir.
Peki, nedir aslında arkadaşlık? Sayısız temsili vardır arkadaşlığın: sevgi, mutluluk, destek, paylaşım, hayal kırıklığı, yalnızlık, kıskançlık, kayıp. Tek bir arkadaşlık ilişkisinin tarihi birçok farklı yere oturabilir, çünkü değişim ve dönüşüm vardır bu ilişkinin doğasında. Önemsenmek isteriz, görülmeye ve kabul edilmeye ihtiyaç duyarız, var olmak adına. Çünkü duygusal yakınlıktan beslenir “kendilik” mevhumumuz.
Küçük Prens arkadaşlık ilişkilerine sevgiye ve yaşama dair, sade ve basit gibi görünebilecek bilgiler verir bize. Kim olduğumuz ve kim olmak istediğimiz arasındaki ikilemi ortaya serer. Sosyal, kamusal ve mahrem benliklerimiz arasındaki ilişkisel gerilimin derinine iner ve bize en temel ihtiyaçlarımızdan birini hatırlatır tekrar: bütün olma çabamızı, görme ve görülme arzumuzu, görünmezlikten kurtulma ihtiyacımızı. Aşağıdaki alıntılara bakarken, kendi arkadaşlık ilişkileriniz üzerine yoğunlaşmanız önemlidir; çünkü bir alıntı bir diğerinden çok daha fazla hitap ediyor olacaktır size tam da şuanda.
“Sonra tilkiyle buluşmaya gitti:
-Hoşça kal, dedi.
-Hoşça git, dedi tilki. Vereceğim sır çok basit: insan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.
Küçük Prens unutmamak için tekrarladı:
-Gerçeğin mayası gözle görülmez.
-Gülünü bunca önemli kılan, uğrunda harcadığın zamandır.
Küçük Prens unutmamak için tekrarladı:
– Uğrunda harcadığım zamandır.”
“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkândan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkânlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”
“Büyükler rakamları sever. Onlara yeni bir arkadaşınızdan söz ettiğinizde size hiçbir zaman önemli şeyler sormazlar. Hiçbir zaman: sesinin tonu nasıl? Hangi oyunları sever? Kelebek biriktiriyor mu diye sormazlar size. Hep” Kaç yaşında? Kaç kardeşi var? Kaç kilo? Babası ne kadar kazanıyor?” diye sorarlar. Ancak o zaman tanıdıklarını sanırlar onu. Büyüklere “pembe tuğladan pencerelerinde sardunyalar çatısında güvercinler olan… Güzel bir ev gördüm” derseniz bu evi bir türlü gözlerinde canlandıramazlar. Onlara: “Yüz bin franklık bir ev gördüm.” demeniz gerekir.
O zaman haykırırlar : “NE HOŞ! …”
“Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan daha güçtür. Kendini yargılamayı başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir”
“Söz gelimi saat dörtte sen gelecek olsan, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Her geçen dakika mutluluğum artar. Saat dört dedi mi meraktan yerimde duramaz olurum. Mutluluğumun armağanını veririm sana. Ama gelişi güzel gelirsen, içimi sana hangi saatte hazırlayacağımı bilemem. İnsanın belli alışkanlıkları olmalı.”
“Gezegenimin bir yerlerinde yaşlı bir farenin var olduğu konusunda kuşkularım var. Geceleri sesini duyuyorum. Onu yargılayabilirsin. Zaman zaman ona ölüm cezası verirsin. Böylece yaşaması sana bağlı olur. Ama onu hep bağışlarsın. Tutumlu davranmalıyız, çünkü elimizde başkası yok.”
“Birinin sizi evcilleştirmesine izin verirseniz, gözyaşlarını da hesaba katmalısınız.”
Nasıl bir arkadaş olarak görüyorsunuz kendinizi? Peki, nasıl bir arkadaş olarak görmek isterdiniz? Aslında ne arıyorsunuz bir arkadaşlık ilişkisinde? En çok nerelerde zorlanıyorsunuz? İnsanları oldukları halleriyle kabul edebiliyor musunuz? Gerçek anlamıyla anlayabiliyor ve anlaşılabiliyor musunuz? Ne sıklıkta düşünürsünüz arkadaşlıklarınızı ya da arkadaşlarınızı?
Saatlerce konuşulabilir, düşünülebilir arkadaşlıklar üzerine. Bireysel olarak deneyimlemeye ara vermediğimiz bir alan burası çünkü. Bitse de deneyimlediğimiz, acıtsa da anlamaya çalıştığımız. Bazen pireyi deve yaptığımız bazen işleri içinden çıkılamaz hale getirdiğimiz. Anlamak, anlatmak, anlaşılmak istediğimiz.
Ben ve öteki arasındaki ilişki ya da kendimiz ve arkadaşımız arasındaki ilişki deneyimi öznel fakat karşılıklı bir etkileşim süreci içerir. Her ilişki kendi bilinçaltını üretir. İlişkisel bilinçaltımız başkalarıyla/arkadaşlarımızla olan ilişkiler üzerinden deneyimlediğimiz kendimizi tanıma ve tamamlama sürecidir. Tam da bu noktada anlamlıdır arkadaşlık ilişkileri; çünkü karşılıklılık ilkesi üzerinden büyüme, gelişim ve öğrenme deneyimlenir.
Küçük Prens’in gezegenler arası yolculuğu ilişkileri, kurulan bağları, arkadaşlığı ve kayıpları keşfetmeye dair bir yolculuğa benzetilebilir ve ilişkilerin tüketim nesnesine dönmeden önceki hallerini hatırlatır: açık görüşlü olmayı, yargılamamayı, karşılık beklemeden vermeyi, hayal gücünü paylaşmayı ve birbirimizde bulduğumuz duygusal doyumu, ilişkileri anlamaya, keşfetmeye ara vermemek gerektiğini. Bu hatırlatmayı değerli kılan şey kişisel olan ve bize iyi gelendir. Çünkü günün sonunda, aslında önemli olan sevmek ve sevilebilmektir.
Bu yazı Zeynep Polat Turner tarafından hazırlanmıştır ve tüm hakları saklıdır.


